Rivayet edilir ki, bugünkü Pertek ilçesine bağlı Dorutay köyü yakınlarında yaşlı bir zat yaşarmış. O tarihlerde bunların, buraların kumandanı olan Alâeddin Paşa ordusu ile birlikte buraların denetimini yaparken akşam olur ve Dorutay köyü yakınlarındaki sultan gölü mevkiinde geceyi geçirmeye karar verir. Çadırlar kurulur, yerleşme başlar. O sırada Sultan Alâeddin’in yanına gelen gözcülerden biri;
-Sultanım şu ileride çadıra benzer bir şey ve içinde bir ışık hüzmesi var der.
Sultan Alâeddin de;
-Gidin bakın bakalım. Kimler varsa gelip bana bilgi verin der.
İki tane atlı asker bu çadırın yanına gönderilir. Askerler gelip bakarlar ki bir eski çadır ve bu çadırın içinde yaşlı bir zattan başka kimse yok.
Askerler sorarlar;
-İhtiyar kimsin sen? Burada ne işin var?
İhtiyar;
-Gördüğünüz gibi bir ben-i Ademim, adım Sultan Hıdır’dır der. Bir toprak güvecim, bir seccadem ve bir de atıma yedirmek için bir miktar arpam var.
Askerler;
-Biz Sultan Alâeddin’in askerleriyiz, seni sultanımıza götürmek istiyoruz deyince bu defa ihtiyar;
-Buralara kadar zahmet edip gelen sultanınıza söyleyiniz buyursun misafirim olsun. Fakirhanemize şeref versin der.
Askerler;
-İyi ama gelecek olan koca bir sultan. Yanında bir hayli vezir, vezirâzam ve kumandanları var. Bunları oturtmak için halın bile yok. Hem kaldı ki koca ordu gelince ekmek ister, aş ister. Bunları nasıl ağırlarsın? İyisi mi biz seni oraya huzura götürelim.
İhtiyar;
-Tanrı misafiri umduğunu değil bulduğunu yer. Yüce Allah’ın izni ile mahçup olmayız. Buyursunlar gelsinler diye cevap verir.
Askerler geri döner. Durumu Sultan Alâeddin Keykubat’a anlatırlar. Alâeddin Keykubat da bu ihtiyarı merak eder ve ertesi gün ihtiyarı ziyaret eder. Çadıra gelir gelmez ihtiyar nezaketle sultanı selâmlar ve altına seccadesini serer. Her gelen bu seccadeye oturur. Fakat seccadenin bir kenarı daima boş kalır. Sultan Alâeddin hayretler içinde kalır ve hayretini gizlemez. Durumunu öğrenmek için seccadeye oturan vezir, kumandan ve askerlerine bir komutla “Ayağa kalk” der. Herkes ayağa kalkar. Sultan bakar ki yerde küçücük bir seccade var. “Otur” diye emir verir. Bakar ki yerde oturan kimse yok. Herkes seccadenin üzerinde oturmuş. Hayretler içinde kalırsa da sesini çıkarmaz.
Biraz sonra yaşlı adam topraktan yapılmış güvecin içerisinde bir miktar aş olduğu halde Sultan Alâeddin’in önüne bırakır. Sultan;
-Baba erenler, bunu hangimiz yiyeceğiz?
İhtiyar da;
-Sultanım Besmele ile başlayın yemeye inşallah hepinize kadar yetecek aş vardır diye cevap verir.
Sultan Alâeddin ve yanındakiler başlarlar yemeği yemeye. Küçük güvecin içerisindeki yemek bütün askerler tarafından yenilir. Herkesin karnı doyar. Fakat yemek bir türlü bitmez. Sonra direkte asılı bulunan dağarcığın (kuzu ve oğlak derisinin tabaklanmış, kurutulmuş ismi) içindeki arpadan atlara arpa dağıtmaya başlar. Bütün atlara arpa verildiği halde dağarcıktaki arpanın hala bitmediği görülür.
Sultan Alâeddin bu zatın ermiş ve keramet sahibi bir zat olduğunu anlar ve ona ;
-Sen burada yalnız başına yaşlı bir ihtiyar olarak zor yaşarsın. Ben sana askerlerimin içerisinden akıllı, dürüst, itaatkâr asker vereceğim. Bunlar ölünceye kadar senin emrinde ve hizmetinde olacaklar der. 3 veya 5 askeri ve bulunduğu bölgeyi de vakıf olarak kendisine bırakır ve vedalaşarak ayrılırlar.
Rivayet olunur ki Sultan Alâeddin’in bıraktığı 3 askerin isimleri ; Resul, Munzur ve Delil’dir. Bunlar yaşlı Sultan Hıdır’a ölünceye kadar hürmet ve itaatte kusur etmezler. Sultan Hıdır öldüğü zaman Dorutay köyünün güneyinde ve köyün alt tarafında fakirlik denen bölgeye defnedilir. Ancak burası köylüler tarafından temiz tutulmaz. Gübre dökülür, hayvanların yatak yeri yapılır.
Bir süre sonra bir Cuma gecesinin sabahında bir de bakarlar ki oradaki mezar bugünkü Dorutay (eski ismi ile Zeve) köyünün ortasında bulunan yüksek tepenin üzerine gelmiş ve buradaki ulu ağacın altında mekân kılmıştır. Bilahare üzerine Selçuklu Sultanı tarafından bugünkü türbesi yapılmıştır.